ZAGOR
Sıcak bir yaz ikindisi. Okuldan çıkar çıkmaz çantayı ahıra, siyah önlükle beyaz yakanın yanına, samanların üzerine atmışım. Koşa koşa gidiyorum ninemlere.
Haremdeki ocağın üzerinde ufak bir kazan var. Altındaki ateş közlenmiş, küllenmiş. Kazanın dibinde kaynamış mısır ununun kırıntıları var. Bir parça alıyorum. Sıcak daha, elim yanıyor. Sesleniyorum, Nino! Kaçamakları nemli peşkirlere sarıp, torbalara dolduruyor. İncirin köküne, katırın kantarması bağlanmış. Semerine süt tenekelerinin tahta askılıkları sarılmış. Yanlardaki ikişer teneke, kirli, liflenmiş bir urganla bağlı. Boynuna asılı yemliğinin içinde kaybolan çenesinden sürekli çiğneme sesleri yayılıyor.
Yanına yaklaşıyor, burnunu kaşıyorum. Tom olsa cebinden bir şeker çıkarıp verirdi. Atlar şekeri sever. Şeker yok cebimde.
Ninem içeri girip, pekmez kabıyla çıkıyor. Kaçamaktan bir parça koparıp, yuvarlıyor, az yassıltıp, ortasını içe çöktürüyor, oyuğa koyu üzüm pekmezi akıtıyor. Usulca, dökmemeye dikkat ederek alıyorum. Sıcak. Parmaklarım yanıyor. Olsun. Yansın.
Azık torbalarını semerin kaşlarına bağlıyor. Kantarmasını incirin kökünden çözüp, semere takıyor. Yem torbasını çıkarıyor.
Duvardaki, iki yanında birer tabanca asılı kemerimi alıyorum. Takıyorum. Birini çıkarıp, inceliyorum. Sapında hafif bir pütür var. Sonra, bir ara düzeltirim çakımla. İncirin bükümlü gövdesine dayalı baltamı alıyorum. Semerin yanına, uygun bir yere asıyorum.
Kantarmanın yanlarındaki halkalardan sağlam bir iple bağlayıp, iplerin uçlarını semerdeki demir kaşa sağlamlıyor. İpleri gerince katırın boynu yukarı kalkıyor. Balya teliyle örülü süzgece benzer bir ağızlığı bağlıyor ardından Bütün bu önlem, katır yolda bir şeyler yemeye dalıp, yoldan çıkmasın diye.
Elime ufak bir değnek tutuşturuyor. Burnumdan öpüyor, Hade bakalım, yolun açık ola, deyip, katırın yönünü Eğridere’ye çeviriyor.
Hareket yok. Ne atım, ne ben, gitmiyoruz. Ninem bir aksilik olduğunu anlıyor. Yüzüme bakıyor. Hatırlıyor. Eve giriyor telaşla. Az sonra çıkıyor. Elinde sayfaları yırtık, kapağı yarım bir Zagor.
Torbaya bırakıyor. Yüzümde, içimde uçuşuyor serçeler. Usulca Napolyon’un boynunu okşuyorum. Başını sallıyor.
Ne yapacağını biliyor. Ardına düşüyorum. Ninem ardımdan sesliyor, Fazla yaklaşma katıra, ürkerse bi şeyden, korkar kaçarsa, bırak, kaçsın. Düşme ardına. Yok gideceği bi yer. Ya sürüye, kapalığın yanına gider ya geri döner.
Katıra yetişmekte güçlük çekiyorum. Yol yokuşa sarınca hızı biraz kesiliyor.
Torbadan kitabı alıp, ardından resimlerine baka baka yürüyorum.
Nallar taşların, kayaların üzerinde çınlıyor.